21. yüzyılın başından bu güne kadar, bilimdeki
gelişmeler ile birlikte, önceki bilgilerimizin de kökten denilebilecek kadar
çok büyük değişikliklere uğradığını görüyoruz. Bu değişimlere etken olan, Özel
ve Genel görecelik teorileri, Kuantum Fiziği, Hologram ve Moloküler
Biyoloji'nin ileri sürdüğü kuramlardır.
Konuyu
felsefi bakış açısından ele alıp sunmaya çalışacağım. Bu konuda beni
yüreklendiren etken, kuramsal bilimin de bir yerde felsefe ile iç içe oluşudur.
Çünkü felsefi düşünce, bilimsel tezleri yaratır, deney ise kanıtlar. Felsefe
yine de bununla yetinmeyip sürekli konuyu irdeler, hiçbir şeyi kesin ve son
olarak kabul etmez. ( Bu kuşkuculuk Descartes Mantığı ile karşılaştırılmalıdır.
) Bu görüş aynı zamanda bilimin
temelidir ve buna Bilim Felsefesi adını veriyoruz
Kuantum
Fiziğini açıklayabilmek için zorunlu olarak Eiinstein'in Özel ve Genel
Görecelik kuramına kısaca göz aymak zorundayız.
1900 yılında
Kuantun teorisini ilk ileri süren Max Plank'dır. Einstein 1905 yılında
fotoelektriksel etki konusunu ileri sürdü. Bu konuda Plank'ın kuantum
önermesinden yararlandı ve ışığın parçacıklara bölündüğünü savundu. Halbuki
Plank başta olmak üzere tüm fizikçiler ışığı dalga biçiminde düşünüyorlardı.
Sonuçta ışık kuantaları düşüncesini kullanarak fotoelektriksel etkiyi
tamamlayan bir denklem kurdu. Daha sonraki gelişmeler sonucu FOTON kavramı
kabul dördü. İşin en ilginç yönü Einstein Nobel ödülünü Görecelik Kuramıyla
değil, ışık kuantasını önermesi sonucu aldı.
Özel
Görecelik Kuramına göre, uzay üç boyutlu özellik taşır ve zaman da bundan
bağımsız varlığa sahip değildir. Einstein zaman
ve uzayın birbirleriyle ayrılmaz bir bütün olduklarını ve Uzay-Zaman
denilen dört boyutlu sürekliliği oluşturduklarını göstermiştir. O halde,
görecelik kuramı çerçevesinde uzay hakkında konuştuğumuzda, zaman hakkında da
aynı anda konuşmamız gerekir. Bunu Newton'cu modelde göremeyiz.
Yine Özel
Göreceliğe göre, dünyanın tüm iyi bilinmeyen özelliklerinin kökeninde, tüm
maddi nesnelerin hareketleri arasındaki Görecelik ve ışık hızının mutlak
olduğunun karşılıklı ilişkisi yatmaktadır. Bu aynı zamanda zamanın
göreceliğinin bir ifadesidir.
Sezgilerimiz
çelişkiye düştüğü için, uzay ve zamanın göreceliği bizi rahatsız eder. Özel
görecelik kuramının dünyası, ancak ışık hızına yaklaşıldığında ortaya çıkar.
Einstein tine
1905 yılında öne sürdüğü " Enerji ve kütlenin aynı şey olduklarını,
birinin diğerine dönüşebileceği " savı, bir devrim niteliğindeydi.
Gerçekte kütle ve enerji aynı şeyin farklı görünümleriydi. Bu yaklaşım, klasik
fiziğin son temsilcisi Einstein'in modern fiziğin kapısını aralamaktadır.
Genel
Görecelik ise Özel Görecelik kuramına, kütlersel cisimlerin karşılıklı yer
çekimini de içine almasıydı. Buna göre yer çekimsel güç, Uzay-Zamanı bükme ya
da eğme özelliğine sahiptir. Bu da bir yıldız ya da gezegen şeklindeki kütlesel
bir cismin bulunduğu bir yerde, onları çevreleyen uzay biraz bükülecektir. Bu bükülme miktarı ise
cismin kütlesine bağlı olacaktır. Bunu yanı sıra görecelik uzay ve zaman bir
bütün oluşturdukları için zaman da mevcut maddenin etkisinde kalacaktır. Yani
bir yerde evrenin diğer noktasına göre daha farklı bir hızda ilerleyecektir.
Kuantum kuramı ise matematiksel formülasyondan sora
bile, onun temel kavram ve tasarımları öyle kolayca kabul edilecek bir özelliğe
sahip değildi. Çünkü bu kuramın yarattığı etki gerçekten de bilimsel savların
yıkımıydı.
Rutherford'un deneyleri, atomların sert ve
parçalanmaz olmadıklarını, tersine içlerinde küçük parçacıkların hareket ettiği
büyük boşluklardan meydana geldiğini gösterir. Buna göre atomaltı öğeler, ikili
bir görünüme sahip soyut varlıklar gibidir. Onları bazen parçacık, bazen de
dalga biçiminde algılamaktayız. Einstein, ışığın ve genelde elektromanyetik
ışınımın yalnızca elektromanyetik dalgalar halinde değil aynı zamanda
Kuanta'lar olarak da ortaya çıkabileceğini savunmuştur. Bunun sonucu olarak,
atomaltı düzeylere inildikçe tam olarak belirli bir kesinliğe sahip olunmadığı
görülüyor. Yani atomsal bir fenomenin nasıl gerçekleştiğini hiçbir zaman
önceden belirli bir kesinlikle bilemeyiz.
19. y.y.
düşünürleri bilim ve felsefede büyük atılımlar yaratan düşünceler ileri
sürerken bile, uygulaya geldikleri mekanik prensipler nedeniyle "
Determinist "bir börüşr sahiptirler.
Doğanın ve
kendi yaşamımızın geçmişten geleceğe, tamamen önceden belirlenmiş olduğunu
kabul eden bir dünya görüşü olan determinizmin, belirsiz bir dünyada belirlilik
gereksinimi yaratır. Klasik fiziğin de buna desteklediğini görüyoruz.
Belirsizlik
kuramıyla, bu görüşün atomalıtı fiziğinde geçersiz olduğu kanıtlanırken, bunu
doğal sonucu olarak bir çok değer yargısı ve kuramın temelinden sarsıldığını
görüyoruz. Öyle ki bunun kolayca kabullenilecek şey olmadığı başta Einsrein
olmak üzere din, felsefe ve bilim tarafından dirençle karşılanmıştır. Eintein
" TANRI ZAR ATMAZ " deyimiyle karşı çıkışı bunun en güzel örneğidir.
Kuantum Fiziği insanın inançsal dünyası ile medde
dünyasında yarattığı bu deprem , inançsal kavramların soyut olması nedeniyle,
sonuca ulaşması zaman istemektedir. Her şeyden önce insan yapısı alışılagelmiş
düşüncelerden kolay kolay vazgeçemez. Hele bu düşünceler öncekilerin tamamen
tersi ise. Bunun yanında maddenin gözlemlenebilir ve sonuçlarının yarattığı
yararlar görüldüğünde yatsınması olanaksızlaşır.
Şimdi bu kuramların maddeye getirdiği yeni bakış
açılarına bakalım.
Wıllıam Crookes, içinde çok az bir
gaz bulunan cam borudan elektrik akımı geçirerek bilimsel bir deney yaparken,
elektrotların bir ucu olan katot'tan bazı ışınlar çıkıyor, ve karşısına gelen
cama çarparak flüoresans bir ışık yolu meydana getiriyordu. Bu cam boruyu bir
mıknatıs yaklaştırılınca, katot'tan çıkan ışık
demetlerin saptığını gördü. O güne kadar katı, sıvı ve gaz olarak
bilinen maddenin yepyeni bir durumu ortaya çıkmıştı. Bu duruma RADİANT adı verildi.
Bu basit sonuç bilimdeki akıl almaz sıçramaların başlangıcı olacaklardır.
Röntgen bu yoldan hareketle adıyla anılan filmi bulmuştur. 1911 yılında
Rutherfort, atom çekirdeğini bombardıman etmesiyle, atomun bir yapıdan başka
bir yapıya dönüştüğünü kanıtladı. Bu gerçek aynı zamanda Mendelief'in ünlü atom
ağırlıklarına göre sıralanan cetvelini de geçersiz kılmıştır.
Aynı konuyu ele alan Curie'ler radyoaktif elementler olan Polonyum ve
Radyumuu buldular. Bu elementlerin yaydığı Alfa-Beta-Gama ışınlarının yanında,
büyük bir enerji halinde bir gaz, yani
" RADON " yayıldığı görülüyordu. Radyumdan yayılan bu radonlar
için Rutherford şöyle diyordu. " Radyoaktivite, atomların ölümü demektir.
Radyumun atomları ölüyor ve cesetlerinden RADON atomları doğuyor. "
Heisengberg'in "Belirsizlik Kuramı " Niels Bohr ve Pauli ile birlikte
geliştirilerek bilim dünyasına kazandırılmıştır.
Doğayı çözümleme yaklaşımlarındaki bu köklü değişim yanında, teknolojiye
yansıyan yönü ise devrim niteliğindedir. Bunlar transistör, mikro yonga, lazer
ve süper iletkenler olarak yüzyılımızın iletişim çağını yaratmıştır. Buna
paralel olarak, kimyasal elementlerin periyodik tablosunu, kimyasal bağın
yapısı ile moleküler biyolojinin temelini atmıştır.
Bilgi çağında yaşamamızın sonucu bu konularda hepimizin az çok birikimi
olduğu düşüncesiyle, kısa bir hatırlatma ile yetindim.
Başta da belirttiğim gibi, zor olan, bu değişimlerin düşünce
kalıplarımıza olan etkileridir. Çocukluğumuzdan bu yana, beynimize işlenmiş
soyut kavramları oradan söküp atmak çok zor. Bu saplantı, bilim adamları için
bile geçerli,. Kendi teorisini bile determinist görüşe bağlamaya çalışan
Einstein bunun en somut örneği.
Binlerce yıldır, evrenbilim konusundaki çeşitli inançların, din'ler ve
mitoslar kanalıyla beynimize kazınması, belki de insanlığın en trajik
olgusudur. Eski Mısır, Sümer, Hint, İyon ve Yunan düşünceleri, zamanın akışı
içinde bireyi, dolayısıyla toplumları derinden etkilediğini biliyoruz. Bu gün
bile bu düşüncelerin artıklarıyla dopdoluyuz.
Bu
gün bilimsel bulguların ışığında, tüm galeksilerin büyük bir hızla birbirinden
uzaklaştığını biliyoruz. Genişleyen evrenle birlikte bir çok yıldız ömrünü (
yakıtını ) bitirip, kendi içine çökerek ya da patlayarak uzaya dağılmakta,
bundan oluşan bulutsulardan da yeni yıldız kümeleri oluşmaktadır.
Bu
bir anlamda evrenin bir akış, değişim ve dönüşüm içinde olduğunun kanıtı
olmaktadır. Hiçbir şeyin sonsuza kadar aynı kalamayacağı yanında, nasıl bir
gelişme göstereceğini de bilemiyoruz.
Sonucun, başından belirlendiğini ileri süren determinzm'in, insanın
kendini rahatlatmak için güzel bir düş evreni yaratmasını sağladığını söylemek,
haksızlık ya da bir yanlışlık olmasa gerek.
21. y.y. yıl yaklaşırken maddenin özünde karşılaştığımız dönüşüm ve
belirsizlik olgusu bizleri, kadercilik olan DETERMİNİZM karşısında
güçlendirmektedir.
Heinz Pagels'in şu sözleri, konuya yeterince açıklık getirip sonuca
başlamaktadır.
" Doğa kusur konusunda hiçbir şey bilmez. Kusur, doğanın insan
tarafından kavranışıdır. Biz doğanın bir parçası olduğumuz ölçüde biz de
mükemmeliz, mükemmel olmayan şey insanlığımızdır. Kusurluluk ve hata
konusundaki kapasitemiz nedeniyle biz özgür yaratıklarız, hiçbir taş ya da
hayvanın zevkine varamadığı bir özgürlüktür bu. Hata olasılığı ve kuantum
teorisinin ifade ettiği gerçek " bilimsellik " olmadan, insan
özgürlüğü anlamsızdır.
ZAR ATAN TANRI BİZİ ÖZGÜR KILMIŞTIR.
29 Ocak 1994 Özkan
ARAS